Her Şeyin Sahibi

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Her Şeyin Sahibi 

Her şeyin sahibi olamayacağımızı tekrar tekrar düşünerek uyumuştum o gece. Soğuk bir kış sabahına, annemin sobaya odun atarken çıkardığı sesle uyandım. “Yarın da böyle ısınacak odun bulabilecek miyiz?” düşüncesini çocuk kahkahaları kesti. Kardeşlerim dışardan topladıkları taşlarla ne de güzel oyun oynuyorlardı. Bu kötü yaşam koşullarına rağmen; “Çocuk her yerde çocuktu.” Onları izlerken sanki biran her şeyi unutmuş gibiydim. 

İki yıldır korku ve açlık içinde sık sık yer değiştiriyorduk. Arkamızdan takip eden bombaların yıkımı, bir yerde kalabilmeyi olanaksızlaştırmıştı. Ani gelen baskınlarda bırak çadırı, özel eşyalarımıza bile sahip çıkmak zordu. Nihayet son altı aydır sabit bir yerdeydik. Yüksekçe bir yer olduğu için soğuk oluyordu. Etrafımızda başka çadırların olması ve onların içinde küçük bir su deposu bulmak mucize gibiydi.

Çadırlardan oluşan bu ufak mahalledeki insanların yaşam mücadelesine şaşırıyordum. Eski yaşadığım şehirdeki alışkanlıklarımızı düşününce, bu bambaşka bir hayattı. O sıcak, konforlu evimiz, oyuncaklarımız, annemin baba yadigârı eşyaları, hepsi yok olmuştu. Sokağımız, kardeşlerimi götürdüğüm park, arkadaşlarım, komşularımız her şey darmadağın olmuştu. 

Artık bir tencere, eski bir tüp, kullanılmış birkaç battaniye ve iki döşek hayatımızı sürdürmek için yeterliydi. Daha fazlasına ihtiyaç yoktu. Çünkü her an bir bombalama olabilirdi. Yeniden kaçmak zorunda kalabilirdik.  

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Oysa şehir hayatımız öyle miydi? Alışverişe çıktığımızda elimiz boş gelmezdik. Satın aldıklarımız ihtiyacımız mıydı? Hayır, değildi aslında. Ne kadar da anlamsız vakit, para, emek harcamışız oysa. Şu an bu küçük çadırda her şey tam gibi geliyor, ne eksik ne de fazla. 

İnsanoğlu almak istedikçe alamadığını görüyor, bitmeyen istekleriyle yüzleşiyor. 

Neden? Çünkü insanın isteklerinin sonu gelmiyor. Bir çaydanlık alıp, ihtiyacını gideriyor. Sonra; “Bunun kırmızı olanı çok güzel. Onu alsam daha keyifli çay içerim. Hem daha estetik görünür.” diyor. Biraz zaman geçtikten sonra; “Porselenini de alayım.” Birden bire üç tane çaydanlığı oluveriyor. “Şunu da alsam her şey tamam.” dedikten sonra bile yeniden benzerini alabiliyor.

İnsan, isteklerinin bitmediği yerde tam olamıyor. Ama ihtiyaçlarının karşılandığı yerde "Eksiğim yok." diyebiliyor.

Meğer insanı doyumsuz yapan şey, aşırı istekleriymiş. İnsanın güvende, tok ve ısınıyor olması aslında o kadar yeterli ki. Oysa vaktiyle ihtiyacım olmayan ne kadar çok şeye sahipmişim.  Evde “Bana ait bir odam olsun!” diye aileme ne kadar diretmiştim. Sonra “Şu lamba olmalı, şu duvar kâğıdı olmalı, şu renk perde olmalı” diye taleplerim bitmemişti. Babamı kaybettiğimiz o bombalamadan sonra, değer verdiğim şeyler farklılaştı. Şuan ne kadar sade bir yaşamım var. Biri bunları bana anlatsa “Asla yaşayamam!” derdim. Oysa bu yaşam tarzı şuan ülkemde milyonlarca insanın normali, hatta lüksü oldu. 

Yaşanılan onca şeyden sonra insan anlıyor ki;

Meğer insanoğlu ne kadar güçlüymüş,

O kadar az şeyle yaşamaya tahammül edebiliyormuş.

Hayatımızda “O olmazsa asla olmaz!” dediğimiz ne kadar gereksiz şey varmış. 

İnsan yine anlıyor ki; 

Hayatlarımızda eksikliğini hissettiğimiz o lüks evler, arabalar değilmiş.

Hayatımızın merkezinde eksik olan her şeyin gerçek sahibi olan Rabbimize yeterince yer verememişiz. 

Ne yazık; 

Her şey eksildiğinde ancak bunu fark ediyoruz. 

İşin acı tarafı bir zaman sonra insan anlıyor ki; 

Hayatında sahip olduğunu sandığın hiçbir şeyinde sahibi değilmişsin.  

Hatta o lüks evinde, ailenle o kadar güvende olduğunu sanmak bile büyük hataymış.

Ne zaman anlıyor insan? Bir ülke senin topraklarına göz dikince.

O zaman ne vali, ne polis, ne belediye başkanı, ne muhtar, hatta ailenin sana sağladıkları imkânlar, kolaylık ve huzuru veremiyor.  

“Merak etme ben varım!” diyenlerin sözleri, imkânları ve varlıklarının devamı ile sınırlıymış.

Meğer ben vaktiyle bir rüyada yaşıyormuşum.  

İnsan bütün söz verenler sözünü tutamayınca gerçek söz vereni, gerçek güven vereni, asıl sahibini hatırlıyor. 

Oysa O'nu bilmek, anlamak için bu kadar sıkıntıya gerek yoktu. 

Öğlene doğru “Çikolata istiyoruz.” dedi kardeşlerim. “Hadi çikolata yapalım.” dedim. İlk zamanlar onların isteklerini karşılayamadığımda çaresizliğimden çok ağlardım. Artık onlar bir şey istediğinde, çok kolay çözümler bulabiliyorum. Hem eğleniyoruz hem birlikte öğreniyoruz. Yağmur sonrası çadırın etrafındaki çamurları kurutup şekillendirip çikolata yapıyoruz. 

“Fındıklı istiyorum ben.” dedi biri sızlanarak. Diğeri; “İçine taş koyalım fındık yerine.” deyince gülmeye başladım. Sonra hep birlikte güldük. Mutlu olmak aslında ne kolaymış dedim iç geçirerek.  

O sırada uzaktan araç sesleri geldi. Azıcık irkildik.  “Kim bunlar acaba?” diye herkes hareketlendi. Sonra bir bayrak gördük. Üzerinde gönüllü bir vakfın adı yazıyordu. Endişeli yüzleri bir gülümseme alıvermişti.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Yüzlerce kilometre öteden gelmişlerdi. “Herkes buradan kaçarken, insan bu güvensiz bölgeye niye gelsin?” diye düşünürdüm. İnsan zaman geçince anlıyor, neden? İnsanın kalbine iyiliği düşüren sınır tanımıyor. Çünkü o sınırların da sahibi. O "Gidin!" derse herkes gidiyor, "Durun!" derse herkes duruyor. Asıl sahip istemezse kimse kimseye bir şey veremiyor. 

Gün oluyor kurye sana adresini bulup kargonu teslim edemiyor. Kimliğin yok, kapıda adın yazmıyor ama biri seni bu sahipsiz yerlerde nasıl buluyor? O zaman anlıyorsun bulduran olunca, tüm adresler sana çıkıyor. Önemli olan asıl sahibine güvenmek. Yetimin sahibine…

Kimsesiz hissettiğinde kimsesiz olmuyorsun. Seni güvendiğin kimselere bırakmayanın varlığını anlayınca, ayaklarını daha sağlam basıyorsun. Sonra bakıyorsun ki; senin çamurda oyuncak yaptığın çikolata yardım kolisinden çıkıvermiş. 

Ve sonunda anlıyorsun ki;  “Dünyanın en güvenli 100 şehri” diye bir şey yok. Güvenin sahibi, “Güvenli olsun” diyorsa, orada güvende oluyorsun. Sadece tedbir alabilirsin. Ancak O istemeden güvende olamazsın. 

Belki de tüm bu yaşananlar, bize her zaman rızkı veren ve bizi koruyanın varlığını hatırlatmak içindir. 

O zaman, asıl sahip hep varsa, başımıza ne geldiğinin ne önemi var?

&

Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabileceğini öğrenir.

Yorumlar

  1. Asıl sahip herşeyin sahibine iyi kul olmak yakışır insana

    YanıtlaSil
  2. Sibel Basılgan8 Mart 2024 10:11

    Ne söylenir ne yazılır diye düşündüm bu yazıya o kadar güzel o kadar anlamlı ki yüreğinize sağlık ❤️

    YanıtlaSil
  3. İnsan, isteklerinin bitmediği yerde tam olamıyor. Ama ihtiyaçlarının karşılandığı yerde "Eksiğim yok." diyebiliyor. Meğer insanı doyumsuz yapan şey, aşırı istekleriymiş...

    YanıtlaSil
  4. ''Hayatında sahip olduğunu sandığın hiçbir şeyinde sahibi değilmişsin. Hatta o lüks evinde, ailenle o kadar güvende olduğunu sanmak bile büyük hataymış. Ne zaman anlıyor insan? Bir ülke senin topraklarına göz dikince.''
    RAB bimiz yardımcıları olsun... Çamurdan çikolataları gerçek olsun...
    Hiç bir şeyin sahibi olmadığımızı _hatta çocuklarımızın bile_ sadece emanetçi olduğumuzu, bir ülke bu topraklara göz dikmeden idrak edenlerden olalım inşaALLAH...
    Emeklerinize sağlık Sevgili Yazar, teşekkürler:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder