Ya Olmasaydı?
Güneşin ışığı dağların ardından etrafı aydınlatıyordu. Karanlık azalırken yerini aydınlığa bırakıyordu. Yeni bir gündü bugün, kim bilir neler yaşayacaktı? Asya gözlerini açarken önce battaniyeyi üstüne çekip ortamı karartmak istedi. İnsanın uyudukça uyuyası geliyordu. İçindeki ses “Dinlen biraz” dese de bir hamleyle “Haydi kalk kızım, alışacaksın birazdan aydınlığa, iyi ki diyeceksin” dedi. Sıcak teni, soğuk suya temas ettikçe açılmıştı. Gece uyuyabilmişti ve sabah uyanabilmişti. Uyanmayabilirdi; ne biliyim, ölebilirdi mesela. Oysa şimdi güzel, ılık, limonlu suyunu içiyordu. Kokusunu alabiliyor, tadına varabiliyordu. Dağları, güneşi, ağaçları, çiçekleri, her şeyi görebiliyordu; göremeyebilirdi de. Sabah kargaşasıyla dağılan evini toparladı. İşe gitmek için hazırlandı ve yola çıktı. Yol boyunca etrafı seyretti, izledi, düşündü. Hastaları aklına düştü. Kendisi ne güzel adım atabiliyordu, zorlanmıyordu. Sıradanlaşan, normalleştirdiği hayat rutinleri, saymakla bitmezdi. Şahit oldukları sayesinde Asya bunu anlamaya çalışıyordu. Ona verilen ne çok şey vardı, verilmeyebilirdi; ya olamasaydı?
Bir süre sonra varmak istediği adrese ulaştı; yoğun bakıma. Uykusuz gecede, nöbetten yorgun düşen arkadaşlarından, vardiyayı teslim aldı. Yoğun bakımda, bakım saati başlamıştı. Bugün Damla’nın bakımı Asya’daydı. Damla dokuz yaşında bir kızdı, okul servisine binerken trafik kazası geçirmişti. Uzun zamandır yoğun bakımda yatıyordu. Makine nefes alıp vermesini destekliyordu. Boynundaki ufak bir delikten hortumla solunum cihazına bağlıydı. Bilinci açık ama makinaya bağlı olması nedeniyle, konuşamıyordu. Konuşamasa da, mimikleri dudakları ile iletişim kuruyordu. Nefesi solunum cihazı desteği, beslenmesi ise burnundaki hortum yardımıyla sağlanıyordu. Vücudu için gerekli olan vitaminler, mineraller, damardan veriliyordu. Boşaltım işlevini de yapamıyor, gün aşırı diyalize bağlanıyordu. Hareketsiz kalırsa vücudunda yaralar başlıyordu. O nedenle günlük egzersizlerini fizik tedavi uzmanı ya da hemşireler uyguluyordu. Tüm bu durumuna rağmen beden dilinde tebessümlüydü.
Asya Damla’nın ellerini, ayaklarını kremledi, rutin hareketlerini yaptırdı. Mimiklerindeki acıya göre “Tamam biraz durdum, devam edelim mi?” diyerek egzersizi tamamladı. Yan tarafta yatan hastanın tedavisine geçti, uyguladı. Bir taraftan da “Yerimde olmak için neler verirlerdi acaba?” diye içinden geçirdi. Sanırım cevabını biliyordu, derin bir nefes alıp verdi. Tebessüm edip el salladı, hastanın yanından ayrıldı.
Öğleden sonra izin alarak oğlunu doktora götürdü. Furkan herhangi bir şeye odaklanırken gözlerini kısıyor, yan bakıyordu. Muayene sonrası doktorun dediklerine inanamadı. Ölçüm sonrası oğlunun göz numarasının sağ yedi numara, sol beş numara bozuk olduğu anlaşıldı. Bununla kalmadı, göz tembelliği tanısı konuldu. Gözlük ve kapama tedavisi başlandı. Asya çok üzüldü, oğlu ömür boyu gözlük takacaktı. Bir de tek gözü beynin zamanla yok sayma ihtimali vardı. Yakın gözlüğü olduğu için oğlu kalın mercek gözlük kullanacaktı. Kabullenmekte zorlanıyordu, aklına geldikçe gözleri doldu.
Bir hafta sonra yoğun bakıma gittiğinde tüm ekibi Damla’nın başında buldu. Müdahale ediyorlardı, kolları sıvadı, yardım etti. Ancak küçük kızın bu dünyadaki yolculuğu sona ermişti. Kapıda karşılanan acılı anne Asya’ya, “Allah emanetini aldı” diyerek acıyla sarıldı. Sonrasında aile evlatlarıyla vedalaşıp yoğun bakımın önünde öylece kalakaldılar bir süre…
Asya uzaktan onları izledi. Bu sahneyi neden yaşamıştı? Asya oğlunun gözleri için nasıl da üzülmüştü. Karşısında izlediği anne, aylarca yoğun bakımda yatan evladını kaybetmişti. Annenin teslimiyetini, sakinliğini hayranlıkla izledi. Kendi iç dünyasına döndü, utandı; “Bir şu anneye bak bir de bana, dağıldım resmen. Zihnimde ne tantana yaptım. Hep daha kötüsü var. Orada yatan benim çocuğum da olabilirdi.” dedi kendi kendine.
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “İnsanın imkânları onun imkânsızlığın ana sebebidir.”
Her insana bu hayatta verilen bazı imkânlar vardır. Kimi eksik kimi fazla, her öyküde farklı.
Sağlık, hayat, para, konfor, evlat, uyku, güç, estetik, kimlik liste uzar. İnsan bir süreliğine verilen imkânlara takılıp kalır. “Ya olmasaydı?” sorusunu kendine sormayı unutur. Benim zanneder, daha fazlasına meyleder, bitebileceğini anlayamaz hale gelir. Verilen imkânları elinden alınan ya da azalanda kişide teşekkür, şükür, kıymet bilme artar. İnsanoğlu varken değil, yokken anlar kıymetini. Yetinebilme duygusunu geliştiremeyen kendi imkânsızlıklarını tasarlar.
İmkânları ve verilme nedenlerini anlayabilen, doğru adreste yol alabilenlerden olmak ümidiyle…
&
Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabileceğini öğrenir.
Yorumlar
Yorum Gönder