Sedef Hanım yüzünde tebessümü eksik
olmayan kibar bir hanımdı. Eşini genç yaşta kaybetmiş, üç yetimini yalnız
büyütmüştü. Çiçekli basma elbiselerini gören ona imrenirdi. Özenle kumaşlarını
seçer makinada dikerdi. Üretmeyi sevdiğinden kış hazırlıklarını elleriyle
yapardı. Yaprağını kurar, salçasını yapar, kurutmalıklar hazırlardı. Hazırladığı kavanozların
üzerine ise ekoseden minik örtüler dikerdi. Turşu malzemesini hazırlayan onun
kapısını çalardı. “Ay Sedef Hanım senin elinin
ayarı iyi, bizimkini de sen kur.” derlerdi. İhtiyaç sahipleri için ise
maddi manevi destekte bulunurdu.
Hayattaki birinci önceliği çocuklarıydı.
Babalarının eksikliğini hissettirmemek için onlara hem anne hem baba olmuştu.
Gece yarısı karınları acıksa erinmez yemek hazırlardı. Evin temizliği, market
alışverişi her türlü sorumlulukta kendi çabalıyordu. Evlatlarına kıyamıyordu
e haliyle yorulmuştu. Şimdilerde evlatları meslek sahibi olmuş, evlenmiş, çoluk
çocuğa karışmıştı. Şükrederek ve iftihar ederek evlatlarından torunlarından
bahsederdi. Şikâyet eden bir kadın
değildi. Parkinson hastasıydı ve daha birçok rahatsızlığı da vardı. Ama
hastalığı ile uyumlanmış, kabul etmişti. Hayat devam ediyordu, o da yaşamaya
devam ediyordu.
Bir bahar sabahı yeğeni Damla, Sedef
Hanım’ı ziyarete gitmişti. Damla zayıflamış iğne ipliğe dönmüştü. Çocuğu Ali
kucağından inmiyor ürkek ürkek etrafa bakıyordu. Yerinde durmayan Ali sürekli
annesinden bir şeyler istiyor, onunla oynamazsa bağırıyor çağırıyordu. Hiçbir
şey yemek istemediği acıktıkça sadece süt içiyordu. Annesi etrafında dönmekten
ne bir bardak çay içebilmiş ne de bir lokma yemek yiyebilmişti. Damla’nın
düşkün omuzları Sedef Hanım’ın gözünden kaçmadı. Ertesi gün Damla’yı aradı.
-
Nasılsın Damla
iyi misin, her şey yolunda mı?
-
İyiyim halacığım
hayırdır ne oldu?
-
Yok, bir şey
canıım, seni merak ettim.
-
İyiyim halacığım,
neden merak ettin ki?
-
Bak canım, sana
birkaç diyeceğim var. Beni biliyorsun genç yaşta evlatlarımla bir başıma
kaldım. Çok şükür kimseye muhtaç etmedi Rabbim! Ancak insan bazen sevdiklerinin
ihtiyaçlarını düşünürken kendi ihtiyaçlarını kaçırabiliyor. Çok zayıflamışsın,
gözlemledim annen de söyledi, doğru düzgün bir şey yemiyormuşsun. Evladına bak
onunla ilgilen ama kendini de ihmal etme. Bir dönem ben de yaptım, yaşadım o
yüzden söylüyorum. İnsan önce kendine iyi gelir sonra ailesine, insanlara,
hayata iyi gelir. Şimdiki halinin ilerisi ne biliyor musun, “Ben bunları hak
etmedim!” dememek için seni uyarmak istedim. Sonra üzülmeni istemem.
Damla halasının samimi yaklaşımından
etkilenip “Uyarını dikkate alacağım
haklısın halacığım” dedi. Onun lehinde olduğunu biliyordu, söyledikleri de
zaman içinde kulağına küpe olmuştu. Ara ara kendine bunu hatırlatırdı.
Deneyimsel
Tasarım Öğreti der ki: “Her şeyin ama her şeyin aşırısı zararlıdır.”
İnsan evladını sever, aşırılaşırsa
yetiştiren rolünü kaçırabilir. Kendinin ve onun gerçek ihtiyacının ne olduğunu
unutur hale gelebilir.
Eşini sever, aşırılaşırsa hem kendine hem
ona zarar verir hale gelebilir.
İşini sever, aşırılaşırsa işinden başka
bir şey düşünemez hale gelebilir. İşi yüzünden ailesini ihmal eder hale
gelebilir.
O zaman dünyası sadece evladı, eşi veya işinden
ibaret hale dönüşmeye başlar. Ve insan aşırılaştığı yerde zarar da görmeye
başlar.
Hayat ise insandan denge ister. İspatı, binlerce yıldır hiç şaşmadan işleyen
koca kâinattır. Kainattaki işaretleri iyi okuyup ilişkilerde dengeyi kurabilenlerden
olmak ümidiyle…
Hayat insandan denge ister…
YanıtlaSilİnsanoğlu hep daha fazlasını istiyor.
Kaleminize sağlık🥰
İyiliğin bile fazlası zarar… fazla yapmak değil kıvam amacımız olmalı…
YanıtlaSilne kadar da doğru. insan faydada bile aşırılaşınca zarara döndüğünü görüyor bir süre sonra. hele ki sevgiyle bakılan çocuklara, evlatlara aşırılaşılması hem kendine hem ona hem de aradaki bağa zarar verir. dengede kalanlardan olabilmek ümidiyle
YanıtlaSilTam ihtiyaç halinde okuduğum yazı ☺️
YanıtlaSilİyi anne iyi çocuk… önce kendimize iyi geleceğiz ki sevdiklerimize iyi gelebilelim…
İnsan önce kendi iyi bir insan olmalı :)
YanıtlaSil