GÜNEŞİN YAĞMURLARI

  

Hava bugün karmakarışıktı. Tam da ruh hali gibi. Önce gün boyunca esen rüzgar vardı. Şimdi ise kara bulutlar güneşi saklamış, gökyüzünü karartmıştı. Uzaklardan yansıması görünen şimşekler belirmeye başlamıştı. Yağmur damlaları yere hızla düşmeye başladığında  koşuşan insanların önce sayısı artmış, sonra sokaklara bir kimsesizlik hakim olmuştu.

Kocaman pencere pervazından bakarken, “Hava tam da ben gibi.” diye söylendi Sıla. Yerlere kadar uzanan battaniye hırkası, pötikare pijaması ve karmakarışık saçları ile oturduğu yerde kalakalmıştı. İçindeki karışıklığı dışarıda görmek daha da kafa karıştırıcıydı. Sanki içindeki sıkıntı uzamış da gökyüzüne ulaşmış gibi gelmişti. Ama o ağlayamıyordu. Zihnindeki sesleri susturamıyor, kızıyor, söyleniyor ve sonra biraz daha kızıyordu. Kime kızdığı ise belirsizdi. Bir ona kızıyor, sonra kendisine bağırıyordu. Ateşi çıkıyor sonra ardından titriyordu. Ama bir türlü ağlayamıyordu. Pencereyi açtı ve yüzüne düşen soğuk damlaları hissetti. Yağmur içindeki her şeyi, kızgın demire çarpan su damlacıkları gibi içindeki yangını dindireceğine, kor gibi kalbine indirmişti. Ağır bir sıkıntı kaplamıştı içini. Kalbine elini götürdü ve “ALLAH’ım bana bir çare ver. Bana bir yol göster.” dedi.

Hayatında daha önce hissetmediği bir ateş, içini kavuruyordu adeta. Kaçmak istemiş, olmamıştı. İçine girdikçe de daha çok kaybolmuştu. Acı ve ziyan... Evet kelime buydu. Ziyan olmuş gibi hissediyordu. Bu iş nasıl oldu da buralara vardı, bilemiyordu. Gerçekten bilemiyordu. Ama çözümsüzlüğün içinde yapıp ettiğinin ziyan olduğunu, kendini ziyan ettiğini de biliyordu işte. Ve tekrar aynı sözler döküldü dudaklarından. “ALLAH’ım bana bir çare ver.” Pek dua eden olmamasına rağmen…

Pencereyi kapattı. Koltuğuna oturdu. Kitaplığının en üst rafında durmakta olan Kitab’a baktı. Evi korusun diye, kendisini korusun diye koymuştu annesi. "Ah annem." dedi ve Kitabı aldı. “Keşke annem yanımda olsaydı, onun yanına kıvrılırdım diye iç çekti. Gurbet de ne zor.” Toz olmuştu Kitap. Üstündeki tozu eli ile sildi ve rastgele bir sayfa açtı. 

“O, korkutan şimşeği gösteren ve umut olarak yağmur yüklü bulutları meydana getirendir.”

Şaşırdı Sıla. Ürperdi. Sadece bugünü değil, dününü de anlatıyordu okuduğu. Takılıp kaldı gözleri o satıra. Bomboş hisseti içini. Göz bebekleri o satırda yapışmış gibiydi. Gözleri kocaman oldu ve kocaman bir göz damlası sayfaya düşüverdi. Sesi yükseldi ve içini çeke çeke, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Koltuktan kalktı, dizleri titredi ve olduğu yere tekrar çöktü. Ağladı, ağladı ve ağladı. İçi açıldı. İçindeki ateş sanki harını yitirmiş, ferahlık hissetmişti. Sanki içinde güneş açmıştı. 

Hissettiği acı hafiflemiş, üzerindeki yorgunluk kalkmıştı. Sırtı dikleşmişti. Bitti dedi. Karar verdi; artık başına gelene kızmak ya da o kızgınlığı yaşamak değildi istediği. İlerle ve geç. Üzerini değiştirdi, bitişe karar vermişti ama ne yapacağını da belirlemek zorundaydı. Bunun için ıslanmış sokaklarda bir yürüyüş yapmak istiyordu. İçinden hareket etmek, mümkün olsa koşmak geliyordu. Çıktı. Yerler hala ıslaktı. Ayağını bastığı her yerden su fışkırıyordu sanki. Sesler, görüntüler çepeçevre sarmıştı etrafını… Kalbi hafiflediğinde, vücudunun da hafiflediğini farketmişti. Sanki hızı artmış gibiydi. 

Köşedeki fırına girdi, her zaman gittiği. Misler gibi kokan ekmeklerden bir tane aldı. Hani yeni çıktığında o köşe çok çeker ya. Aldı ekmeği ve köşesini koparıp yedi. Küçük bir çocukken kavga ettiği ekmek köşesine bakarak, gülümseyerek yedi. Fırıncı, “Bugün yüzümüzde güller açmış.” Sıla dönüp, daha da güldü. “Yok canım. Her zamanki halim.” Fırıncı, bir simit uzattı. “Bu da benden. Afiyet olsun.” 

Sıla fırından çıktı ve elindeki simidi ısırarak yürüdü. Yanı başına yaklaşan köpeğin ağzına da bir parça simit verdi. Köpek kuyruğunu sallayarak, oynaşarak Sıla ile beraber yol alıyordu. 

“Ne oldu bana ya?”

Sadece iki saat öncesindeki Sıla ile şimdiki Sıla arasındaki fark neydi? Aradaki fark gözyaşlarıydı. 

“Sadece gözyaşlarım mı?”

Aslında gözyaşları ile beraber verdiği karar, üzerinden kocaman bir dağı kaldırmıştı. Yaşadığı kararsızlığın ağırlığını hissetti sonra da şimdiki hafifliğini… Ve hatırladı, en kötü karar bile kararsızlıktan iyiydi.

 

"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın gerçek amacını amaç edinmiştir.

Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.

"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık", "Başarı Psikolojisi" ve "Sakınmada Ustalık" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

 

Yorumlar

  1. Sadece bir karara varmak, netleşmek insana ne kadar iyi gelirse o kadar iyi anlatılmış! Teşekkür ederiz🥰

    YanıtlaSil
  2. O’na dönünce her karar güzel değil miydi aslında…

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yazı olmuş, ellerinize sağlık, yağmurların ardından güneşler gelen günleriniz olsun

    YanıtlaSil
  4. Hangimiz Sıla’nın sıkışmışlığını hissetmemişizdir ki? Çaresizlik hissi, karar alamamanın verdiği kendine karşı mahcubiyet… ilerle ve geç! Ne güzel motto. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
  5. İnsan sadece başı sıkışınca anıyor zaman zaman ama hakikaten yol gösterici bir tek o 🌱

    YanıtlaSil
  6. Yağmur içindeki her şeyi, kızgın demire çarpan su damlacıkları gibi içindeki yangını dindireceğine, kor gibi kalbine indirmişti💓

    YanıtlaSil
  7. "İlerle ve geç" diyebilmek ne kadar kıymetli 💫

    YanıtlaSil
  8. Her şey ama her şey insana destek için…
    Hele yüreği sıkışmış insana…

    YanıtlaSil
  9. çok güzel anlatılmış. Kaleminize sağlık. :)

    YanıtlaSil
  10. Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  11. Çok güzel bir yazı..
    Hakedişinin ikramını Rabbiyle konuşarak alan sıla, insanın deneyimle hakikate nasıl temas ettiğinin o ince eşiği temsil ediyor. Yönünü değiştirip dönüşmek ise, bilincin kendi özüne yeniden hizalanması, mutluluğu ve şükrü getiriyor. RABbim sıla gibi yönünü bulanlardan eylesin.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder