Hayat Telaşı

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Hayat Telaşı

Metin kitabını okurken gözleri dışarda çiseleyen yağmura takıldı. Yağmurun değdiği toprağın kokusunu almak için camı araladı. Çok özlemişti köyünü. Eşiyle akrabaydılar, aynı köyde doğup büyümüşlerdi. İşi nedeniyle büyük şehre taşınmak zorunda kalmışlardı. Sonra çocukların üniversite süreci nedeniyle tekrar memlekete dönememişlerdi. Çocuklar okulu bitirince hemen bir iş bulup evlenmişlerdi. Metin, artık emekli olmuştu olmasına ama amcaoğlu onu bırakmamıştı. “Abi sensiz olmaz. Ben yokken kimselere işi emanet edemem.” diyordu. Hayat tüm şartları ile onu büyük şehirde kalmaya zorluyordu. Eşi de büyük şehrin konforuna alışmıştı. “Bu yaşta ne işimiz var köyde.” diyordu.  Hem köyde en yakın hastane iki saat uzaktaydı. Artık yaşları ilerlemişti, hastaneye yakın olmalılardı. 

Düşüncelere dalmışken dışardan gelen sesle irkildi. Birkaç çocuk aralarında gürültülü bir şekilde bağrışıyorlardı. Önce kavga ediyorlar sandı sonra şakalaştıklarını anladı. Ayaklarında ayakkabı bile yoktu. Eski birer naylon terlik giymişlerdi. Ne kadar da canlı ve neşelilerdi. Topladıkları çöpleri koydukları çuvalı, oldukça ilkel tekerlekli bir araca, eğreti iliştirmişlerdi. Sokağın başındaki yokuşta arabanın önüne geçip sırayla kendilerini aşağı bırakıyorlardı. Araba o kadar hızlıydı ki Metin biran düşecekler sandı. Yüzlerinde hiç korku ifadesi yoktu.  Düzlüğe çıktıklarında “Sen geçtin, ben geçtim.” tartışması yapıyorlardı. Çocuklar her zaman çocuktu. 

Onlara bakarken torunlarının şanslı mı yoksa şanssız mı olduğunu düşündü. Sıcak evlerindeydiler ve çalışmak, para kazanmak zorunda değildiler. Ancak yüzlerinde hiç mutluluk ifadesi ya da teşekkürleri yoktu.  Anneanneleri üzerlerine düşer, bir dediklerini iki etmezdi. Onlar daha gelmeden istedikleri tatlılar, yiyecekler hazırlanırdı. Oysa onlar yurtdışında tatil beklentisindeydiler. Okuldaki arkadaşlarının çoğu ara tatilde ülke dışına çıkıyorlardı. “Yurtiçinde bir kayak tatili ayarlansaydı bari.” diye söyleniyorlardı. Metin için bu çok büyük bir saygısızlık hatta patavatsızlıktı. “Bu çocuklar bizden şükretmeyi de öğrenememiş.” diye üzülüyordu. Eşi “Zamane çocukları işte…” der, gülümser geçerdi.  Metin ise hiçbir anlam veremiyordu. 

Torunlarını düşünürken kendi çocukluğu geldi aklına. Çok canlı, hareketli bir çocuktu. Sabah hayvanları otlatmaya götürürdü. Babası balığa giderse balığa, ormana avlanmaya giderse avlanmaya giderdi. Metin ilkokulu bitirememişti ama kocaman bir kitaplığı vardı. Nerede bilimle ilimle ilgili bir şey olsa hemen alır okurdu. Babası ona hayata dair bütün bilgileri uygulamalı öğretmişti. Ormanda nasıl hayatta kalacak, nasıl yemek yapacak, hangi otları yiyecek bilirdi. Hayvan nasıl yetişecek, nasıl ekim yapılacak her şeyi öğrenmişti. Askerliğini komanda olarak yaptığında bu bilgiler çok işine yaramıştı. Şehirli gençler askerliğe ayak uyduramazken Metin çok rahat etmişti. O doğada olmayı çok seviyordu. İnsan ve doğa birbirinden nasıl ayrı düşünülür, bir türlü aklı almıyordu. Çok katlı evlerde üst üste yaşamak onu rahatsız ediyordu. Ayağının toprağa değmesi insanın ihtiyacıydı oysaki.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Şehir yaşamından oldum olası hoşlanmamıştı. Yazın kesintisiz iki ay izin alır, eşiyle köylerine giderlerdi. Küçük, çok güzel bir bahçeleri vardı, eker dikerdi. Kahvaltıda bahçeden topladıklarını yemek çok hoşuna giderdi. Akşam dereye gider balık tutar, bazen de ormana gider bir iki kuş avlardı. Köyüne dönebilseydi bir inek, iki kuzu, birkaç tavuk alacaktı. O zaman belki torunlarına da köy hayatını öğretebilirdi. “Asıl gerçek olan hayat bu.” diyordu Metin. İnsanlık binlerce yıl böyle yaşamış. “Hâlbuki sadece yüz yıldır teknoloji var. Sırf bu yüzden hayat niye farklı olsun ki?” deyince “Böyle düşünen bir tek sen varsın.” diyordu eşi.  

Torunları bir odaya kapanıp ders çalışıyorlardı. Boş zamanlarda ise ellerinde telefon sürekli oyun oynuyorlardı.  Hayatının çok önemli bir sürecinde çocuk aileden koparılmamalıydı. Sabah erkenden kalkıp saatlerce trafikte okula gidiyorlardı. “Bu çocukların ayağı toprağa değmeli bu sağlıklı değil.” diyordu. 

Metin’e göre gerçek hayat bu değildi. Çocukların hayatın içine girmeleri gerekirdi. Doğada hangi bitki yenir hangisi yenmez. Toprağın dilini anlamak nedir, neden önemlidir? Hangi mantar yenir hangisi yenmez. İnsan zorda kalırsa nasıl kendini tedavi eder? Kolu kırılırsa nasıl kendi kendine bakar? Kendini nasıl korur. Ona göre eğitim dediğim şey bu olmalıydı. Çocukları babalarının bu konulardaki fikrini bildiği için hiç tartışmazlardı. “Haklısın baba.” der geçerlerdi. 

Torunları en güzel yıllarında büyük şehrin kirli havasını soluyordu. Hele kışın sisli günlerde iyice hava alınmaz oluyordu. İnsan köyde sabah erkenden uyanırdı. Büyük şehrin havasında sabah insan yatağından kalkmak bile istemiyordu. 

Bu işin doğrusu neydi diye düşünüyordu. Nasıl bir eğitim sistemi olabilirdi mesela? Onları hayatın gerçekliğinden uzaklaştırmayacak neler yapılabilirdi? İnsanlar şehirdeki çok katlı apartmanlarda oturmadan köylerinde de hayatlarını kazanamaz mıydı? İnsanın ihtiyacı olan aslında neydi? 

Tüm bunları düşünürken eşinin sesiyle dağıldı dikkati. “Kahven hazır, yanına memleketten gelen erik pestillerinden de koydum.” diyordu. Kendi kendine “Hayat telaşı…” dedi. Bu, insanları öyle meşgul ediyordu ki, insanlar düşünmeye vakit bulamıyordu.  

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki: “Gerçek olan insana iyi gelir.” 

Ve insan her daim o gerçekliğe ihtiyaç duyar. Yediği meyve sebzeden, insan ilişkilerine kadar bu durum değişmez. Şimdilerde geçmiş yaşantılara duyulan özlemin sebebi de budur. Bu nedenle bize iyi geleni bulmalı, gerçek olana yaklaşmaya çalışmalıyız. Çünkü gerçek hepimize iyi gelecek…

&

Deneyimsel Tasarım Öğretisi tutarlı, uygulanabilir, anlaşılabilir, faydalı bilgilerle hayatımızı kolaylaştırmamızı sağlar. Bu bilgilerle insan ailesiyle, arkadaşlarıyla, müşterisiyle nasıl daha etkili bir iletişim kurabileceğini öğrenir.



Yorumlar

  1. Son zamanlarda insanlardan en çok duymaya başladığımız şey, yaşanılacak hali kalmamış bu şehrin,... Gerçek olmayan yaşam stili keyifte vermiyor insana. Ne güzel dile getirmişsiniz kaleminize sağlık 😊

    YanıtlaSil
  2. Gerçek insana iyi geliyor gerçekten 🌸

    YanıtlaSil
  3. Okuyunca yazıda kendimi buldum köy özlemim debreşti. İnsanın beton duvarlara sıkışması ona zülüm gerçekten.

    YanıtlaSil
  4. insanın en büyük ihtiyacı, GERÇEK. elinize sağlık

    YanıtlaSil
  5. Gerçeği gerçek olmayandan ayırt edebilirsek iyi gelecek...

    YanıtlaSil
  6. Toprağın, doğanın sıcaklığını içimizde hissettiğimiz samimi bir anlatım olmuş. Teşekkürler..

    YanıtlaSil
  7. Gerçeğe en çok ihtiyacımız olduğu dönemdeyiz. Gerçeği bulanlardan olalım…

    YanıtlaSil
  8. Kaleminize sağlık🏵

    YanıtlaSil
  9. Metin Bey sonuna kadar haklı :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder